Babasının Dilinden 17 Yaşındaki Şehit Nazım'ın Hayatı - Hüseyni Gölge İslami Bilgilerin ve İlahi ve Video Merkezi

Haberler

Home Top Ad

Post Top Ad

24 Eylül 2018 Pazartesi

Babasının Dilinden 17 Yaşındaki Şehit Nazım'ın Hayatı

29 Şubat 1992’de Nusaybin’de PKK tarafından kaçırılıp, iki gün işkenceden geçirildikten  sonra kurşuna dizilerek hunharca şehit edilen 17 yaşındaki Nazım Akay’ın hayatı ve şehadetini, hala evlat acısını yaşayan babası  tarafından İLKHA’ya anlatıldı.

 
Şehit Nazım Akay, 1974 senesinde Nusaybin e bağlı Gedikli köyünde doğdu. İlkokulu Gediklide okudu. İlkokuldan sonra köy imamından Kuran I Kerim ve İslami İlimler dersi almaya başladı. Beş altı sene boyunca camii imamından bu dersleri almaya devam etti. Camide imama yardımcı oluyor, çoğu zaman imama müezzinlik de yapıyordu.
 
İşte Babasının dilinden şehit Nazım’ın hayatı;
“Biz Gedikli’de çiftçilikle uğraşıyorduk. Şehit Nazım üçüncü çocuğumdu. Şehit Nazım camiye gidip geldiği sırada orada öğrendiklerini, eve geldiğinde kardeşleri ile paylaşıyordu. Kardeşlerinin İslami bilinç kazanmasında etkili oluyordu.
Şehit Nazım din konusunda büyük bir hassasiyete sahipti. Bu gün kardeşleri Müslümanca bir hayat yaşıyorsa, bunda en fazla etkisi olan insan, şehit Nazım’dır. Takvalı ve itaatkâr bir gençti. Bir dava arkadaşının şehadet haberi kendisine geldiğinde ‘Ben ne zaman şehit olacağım?’ diye duygulanırdı. Şehit İbrahim Kızmaz Hoca’nın şehadet haberi kendisine geldiğinde, ‘Artık bana hayat hakkı yok’, demişti. Şehadete sevdalıydı resmen. Nitekim İbrahim Hoca’nın şehadetinin üzerinden henüz on gün geçmişti ki Nazım da şehadete kavuştu.
 
Şehit Nazım’ın camiye gidip gelmesi ve camide müezzinlik yapması, diğer köylülerin dikkatini çekmiş. Bu köylülerden bazıları PKK sempatizanı idi. Gelip bizi uyarmaya başladılar, ‘Oğlun camiye gitmesin müezzinlik yapmasın’ diye. Sonraları bu uyarılar tehditlere dönüştü. PKK’nin dağ kadrosundan gelen militanlar, sürekli köyümüze uğruyor, bazen köyde gecelerce kaldıkları oluyordu. Köye geldiklerinde bizi tehdit etmeye başladılar. Bu tehditlere kulak asmadık, defalarca bu tehditleri tekrarladılar. Nazım camiye gidiş gelişlerinde taşlı sopalı saldırılara uğramaya başladı. Kendisinden küçük kardeşleri, köydeki diğer çocuklarla oyun bile oynayamıyorlardı. Diğer çocuklar onları tecrit ediyor, aralarına almıyorlardı. Çocuklarımız köyün içine çıkamaz duruma gelmişti. Arkalarından ‘Bunlar, camiye giden Hizbullahçılardır’ deniliyor ve onlara tepkide bulunuluyordu.
 
1991 yılının altıncı ayına geldiğimizde Nazım, İslami sohbetlerine katılmaya başladı. Yine bu sohbetlerde edindiği bilgileri eve geldiğinde kardeşleri ile dersler yapmak suretiyle paylaşır, kardeşlerinin İslami bir bilinç kazanması konusunda gayret sarf ederdi. PKK, bu süreçte beni çağırdı, ‘Oğlun Hizbullah’a katılmış, onu geri getireceksin’ dedi. Ben köyde tek idim. Dolayısıyla onlardan çekindim, böyle bir şey yok dedim. O sırada oğlum Nazım geldi, çok gergindi. Köyde onu görenler ‘Sofik geldi’ diye aralarında onu rahatsız edecek şekilde konuşmuşlar. Bu süreçte bize yapılan baskı ve tehditler had safhaya ulaşmaya başlamıştı. Bizi rahat bırakmamaya yemin etmişlerdi sanki. O günlerde üç silahlı adam gece vakti bizim avluda, evin etrafında dolaşmaya başladılar. Oğlumu öldürmek için gelmişlerdi, ama bir türlü içeriye girme fırsatı bulamadılar. Sonra komşumuzun evine gidip Nazım adında bir genç var, evi hangisidir? Diye sormuşlar. Sabahleyin komşum geldi ve gelenlerin oğlumu öldürme niyetiyle geldiklerini söyledi. Biz konuşurken Nazım bizi duymuş. Bu yüzden Nazım hicret etmeye karar vermişti. Bana Nusaybin’e gitmek istediğini söyledi. Ben de ‘Gitme seni öldürürler’ dedim. Şehit Nazım’ın bana verdiği cevabı hala unutamıyorum: ‘Canı veren Allah’tır, alacak olan da yalnız Allah’tır.’ O’nun son sözleri bunlar oldu.
 
Nusaybin e gittikten bir hafta sonra peşinden gittim ve onu geri getirdim. O günlerde Nusaybin’deki Hizbullahlılara PKK’lıların saldıracağı haberleri gelmişti bize. Nazım’ın durumdan haberi olunca yerinde duramadı. ‘Nusaybin’e gideceğim’ diye tutturdu yine. Engel olmaya çalıştımsa da, damdan atlayıp gitmiş. Yerde yarım metre kalınlığında kar vardı. Yine peşinden gidip onu geri getirdim. Ben onu getirdikçe o tekrar geri gidiyordu.
 
Bu olaydan sonra gece vakti köylülerden bir kişi geldi ve beni köyden birinin evinde beklediklerini söyledi. Bende söylediği eve gittim. PKK’nin dağ kadrosundan silahlı üç kişi vardı evde. Bana ‘Sizin sofikiniz nerde’ diye sordular, oğlumu kastediyorlardı. Köylülerden biri lafa girerek ‘Bahsettiğiniz kişi sofik değil, bizim gibi bir insandır’ dedi. Bunun üzerine çıkıp gittiler, birkaç dakika sonra içlerinden biri geri gelip, ‘Sofinin babası, dışarı gel’ diye seslendi. Ben de dışarı çıktım. ‘Oğlun nerede?’ diye sordu. Ben, oğlum Nusaybin’de dedim. ‘Oğlun sofilerle beraber mi değil mi?’ diye sordu. Ben, bilmiyorum dedim. O sırada köylülerden biri yanımıza geldi, ‘Oğlu sofiktir sakalı da bir karıştır’ dedi. Silahlı militan bana dönüp, ‘Üç gün sonra tekrar geleceğiz, oğlun eve gelince konuşuruz, sohbet ederiz,’ dedi. Ben de tamam dedim, sonra üç PKK’li gittiler.
 
Aradan üç gün geçmeden iki kişi evimize gelip, oğlun öldürüldü, diye haber verdiler. Dünya üstüme yıkıldı, gidip cenazesini köye getirdik.
 
Nusaybin e gittikten on gün sonra arkadaşı Halil avcı ile birlikte pkk militanları tarafından kaçırılıp, iki gün boyunca çeşitli işkencelerden geçirildikten sonra, 29 Şubat akşamı, kışla mahallesinde bir çöp yığını üzerine getirilerek kurşuna dizildiler. Şehit Halil in vücuduna 16, şehit nazım ın vücuduna 2 kurşun isabet etti. İkisi de 17 yaşındaydı şehit olduklarında. Vücutlarında kurşuna dizilmeden önceki iki geceye ait tornavida ve bıçak izleri vardı. Ellerinde ve çenelerinde kayış izleri vardı. Bir ellerini önden boyunlarına, öbür ellerini arkadan bağlamışlardı. 1 mart sabahı çöp yığınının üstünde sırt üstü yatar vaziyette, cansız bedenleri bulunmuş.
 
Şehidin cenazesini toprağa verdikten sonra, köylüler bana geldiler, oğlun öldü onu geri getiremezsin artık bu olayı kapatalım dediler. Bende yarın öbür gün köyün başına bir şey geldiğinde benden bilecekseniz şimdiden söyleyin dedim. Bizden bir kişi bırakmayıp hepimizi öldürseler bile biz senden bilmeyeceğiz, seni suçlamayacağız, dediler. Birkaç gün geçmeden köyün minibüsü tarandı. Minibüs tarandığında babam da içindeydi, buna rağmen köylüler bana tehditler savurmaya başladılar. Eve bir genç geldi, artık sana rahat yok, bizden de kurtuluşun yok dedi bana. Ne yapacağımı şaşırdım. Sonra bana dönüp, Nusaybin de Doktor Ahmet var, örgütün Nusaybin sorumlusudur. Ona git sana bir çare bulur. Ertesi gün dediği adamın yanına gittim, bana, evine git ben iki gün sonra yanına geleceğim dedi. Üstünden uzun zaman geçmesine rağmen adam gelmedi. Bir Perşembe günü eşimle beraber oğlumun mezarı başında iken biri bize doğru geldi ve dayı, bu akşam çocuklarını köyde bırakma. Yoksa seni ve çocuklarını sağ bırakmazlar, dedi.

Bir ramazan günüydü, bir araba kiralayıp çocuklarımı aldım ve Nusaybin e gittim. Ne kardeşlerim, ne amcalarım ne de başka bir akrabam bana sahip çıkmadı. Pkk korkusundan beni evlerine bile almadılar. Bana söyledikleri, git, siz ölmüşsünüz, bizi de mi yakmak istiyorsun. Kimse bizi evine almayınca gece vakti Nusaybin den çıkıp tekrar köye geldik. Birkaç gün köyde kaldık.  PKK’lılar nevruz kutlamalalarına başlamışlardı. Aynı adam gelip dayı, bu akşam çocuklarını köyde bırakma, dedi. Tekrar bir araba kiralayıp Nusaybin de evli olan kızımın yanına gittik.
 
Damadımın üst komşusu da PKK’nin elebaşlarından biriymiş. Hanımı, bizim hanıma siz nevruz kutlamamak için köyden kaçtınız, yarın sizi zorla nevruz yürüyüşüne çıkaracağız, demiş. Eve geldiğimde hanım gözyaşları içinde bana durumu anlattı. Bir araba kiralayıp bu sefer Midyat a geldik. Midyat’taki akrabalarımız da bize sahip çıkmadı. Eşyalarımızı da köyde bırakmıştık. O akşam bir dostumun evinde misafir kaldık. Midyat a yerleştikten bir müddet sonra bu sefer polis beni gözaltına aldı. Bu süreçte beş defa gözaltına alındım. Her seferinde bana Hizbullah tan kimi tanıyorsun diye soruyorlardı.
 
Bizim çektiğimiz acılar Müslüman olmamızdan dolayı idi, çocuklarımın camiye gitmesinden dolayı idi. Bu kadar acıyı ben ve ailem Allah’ın davası için çektik ve elhamdülillah bundan da pişman değiliz.
[Kaynak:İLKHA)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Bottom Ad